Hulusi Bey Kahveleri

Türk Kahvesi Hiç Bu Kadar Sanatsal Olmamıştı?

Hulusi Bey Kahveleri’nde tadacağınız bir yudum Türk Kahvesiyle sanatın, estetiğin ve en önemliside tarihin havasını soluyacak geçmişe yolculuğa çıkacaksınız? Nereye mi? 14. yy. Habeşistan’a.

En fazla anlatılan efsaneye göre, Habeşistan (Etiyopya) orijinli olan kahveyi ilk keşfeden canlılar “keçi”lerdir. Rivayete göre, keçi ve deve sürülerinin çobanları güttükleri hayvanların garip bir ağacın meyvelerini yedikten sonra, daha canlı, hareketli olduklarını görünce, ”bunda bir hikmet var” diyerek durumu dervişleri Şazili’ye bildirmişler. Bu meyvenin suyunu kaynatıp içen Şazili’nin kendisi de aynı canlılığı duymuş ve kahvenin meziyetleri böylece anlaşılmış. Cezayir kaynaklarına göre, kahveyi keşfedenler arasında Şazili’yle birlikte İdris adıda geçiyor. Hatta, ilk zamanlarda kahveye “Şazili” adı verilmiştir. Fakat kahve ağacının meyvalarının bugünkü anlamda sulu bir içecek haline dönüşmesi, ilk kez Yemen’de olmuş. İlk defa Sufiler kahve içmişler. İbadet ve zikir sırasında özellikle akşamları okurken uyanık kalabilmek için.

Adı nereden geliyor?

Değişik rivayetler var. Kahve, kelime olarak arapça “kahwa” dan geliyor. Vatanı Habeşistan(Etiyopya) olduğuna göre, akla yakın, oradaki kahve yetişen bir bölgenin eski adı Kaffa’dan alınmış olmasıdır. Kahve, rayiha yani koku anlamına da gelmektedir. 1669 yılında Osmanlı’nın elçisi göreviyle Paris’e giden ve Fransız’lara kahveyi sevdiren Süleyman Ağa’ya göre kahve insana kuvvet verdiği için bu adı almıştır. Yine Yemen çevresinde kahveye “bun” adı ve-rilmiştir. Kahvenin diğer bir adı moka’dır.Bu sözcük Kızıl Deniz’in doğusundaki Muha kasabasından alınmadır. Ancak dünyanın her köşesindeki ad, kahveye yakın bir sözcüktür. Fransızlar café, İngilizler coffee, Almanlar Kaffe, Macarlar kave, Türkler kahve ve Yunanlı’lar da kafes olarak isimlendirmişlerdir.

Kahvenin ilk vatanı ve yayılışı

Kahvenin ilk defa nereden çıktığı konusunda, eski kaynaklarda, birbirine yakın bilgiler mevcuttur. Bizler, öteden beri kahvenin anavatanını Yemen olarak biliriz. Fakat ilk kahve, Yemen’e Habeşistan’dan(Etiyopya) geldi ve orada üretildi.

Kahve 1000 yıllarında Habeşistan’da fidan boyundaki yeşil ağaçların meyvesi olarak bilinmekteydi. O tarihlerde kahve hamura karıştırılarak, ekmekle kullanıldı. Kahvenin karın doyurucu bir madde olarak ekmekle kullanılması beş asır kadar sürdü.

Horasan’ın Rey şehrinde doğan, (1450-1525) yılları arasında yaşayan Türk asıllı Ebubekir’in Arapça yazdığı tıp kitabında, 1420 yılında kahve kullanıldığını oradan Aden’e gönderildiğini kitabında belirtmektedir.

Paris Milli Kütüphanesi’ndeki eserler arasında bulunan Abd-el-Kadr’ın kitabına göre ise, kahve 1450 yıllarında Yemen’de tanındı ve yetiştirilmeye başlandı.

Ahmet Raşit’in Yemen ve San’a Tarihi adlı kitabında, kahveyi Habeşistan’dan Yemen’e getiren kişinin Özdemir Paşa olduğu ve orada üretilerek Yemen kahvesi olarak ün yaptığı kayıtlıdır.

Kahve Yemen’den sonra Mekke’ye ve Mısır’a tanıtıldı. Kahire’de ilk kahvehane 1521 yılında açıldı. 1573-1578 yılları arasında Orta Doğu memleketlerinde yaşamış olan Doktor Rauvvolf, bu ülkelerde kahve içtiğini yazmaktadır.

Aynı yıllarda Halep, Şam, Bağdat ve Tahran’da kahvehaneler açıldı. Kahve, o zaman ki Osmanlı İmparatorluğu ülkesi içerisinde bulunan Kahire, Şam ve Halep’ten sonra İstanbul’a geldi. Kahvenin Türkiye’ye ilk kez, Hükm ve Şems isimli iki Suriyeli tarafından 1555’de getirildiği rivayet edilir. Diğer bazı kaynaklarda ise Kanunî Sultan Süleyman zamanında (1520-1566) Habeşistan Valisi Özdemir Paşa tarafından geti-rildiği kaydedilir.

16. yüzyılda, Kanuni Sultan Süleymen döneminde İstanbul’a gelen kahvenin tadına hayran kalan Kanuni’nin sayesinde bu sihirli içecek kısa sürede Osmanlı sınırlarını içinde yayıldı. Saray mutfağında özel olarak yetiştirilen Kahvecibaşının yaptığı kahve o kadar lezzetliymiş ki… 1554 yılında, Tahtakale’de bir kahvehane açılmış.

Avrupa’da nasıl yayılmış?

Osmanlı tacirler tarafından ilk önce İtalya’ya götürülmüş. Ama VIII. Papa Clement 1600’li yılların başında kahve içilebilir diye fetva verene kadar çok fazla yayılamamış. Avrupa’da ilk kahve dükkanı 1645 yılında İtalya’da açılmış; yani İstanbul’dakinden yaklaşık 90 yıl sonra. Kahve dükkanları ile ünlü bir şehir olan Viyena’da ilk kahve dükkanı ise 1683 yılında açılmış. Osmanlı ordusunun yenildiği ikinci Viyena kuşatmasından sonra ele geçirilen çuvallar dolusu kahveyi alan Viyenalilar, ona köpüklü süt ve şeker katarak kendi kahve usullerini geliştirmişler.

Diğer ülkelere nasıl gitmiş kahve çekirdeği?

Osmanlı ve Avrupa’dan sonra ilk kez uzak doğu Asya’ya gitmiş. 1600’lu yılların sonunda bir Hollanda’lı tarafından kahve tohumları o zamanlar bir Hollanda sömürgesi olan Java adasında (şimdiki Endonezya’da) yetiştirilmeye başlanmış. Atlas okyanusuna gitme hikayesi de ilginç. 1714 yılında Amsterdam valisi zamanın Fransa kralı 14. Lui’ ye genç bir kahve ağacı hediye etmiş. Bu ağaç kralın emri ile Paris’te kraliyet botanık bahçesine ekilmiş. Bu ağaçtan alınan tohumlar 1723 yılında Fransa sömürgesi olan Karayibler’deki Martinik adasına ekilmiş. Bu arada sana küçük bir ek bilgi. Hani Hollandalılar lale bahçeleri ile övünürler ya; o da Türklerden gitme. Kahve çekirdeğinin ilk bilimsel tanımını yapan Hollandalı botanıkçı Carolus Clusius, aynı zamanda ilk lale soğanını Osmanlı’dan Avrupa’ya götüren kişi.

Ya Brezilya?

Kahve tohumlarının Brezilya’ya ulaşmasının hikayesi de ilginç: 1727 yılında Brezilya imparatoru genç subaylarından birini kahve tohumlarından alması için Fransız Guanası’na yollar. Ancak Fransız yetkililer bu kişiye kahve tohumu vermeyi redederler. Çok yakışıklı olan subay valinin karısını çok etkiler. Ülkesine dönerken valinin karısı kendisine bir buket gül verir. Kadın buketin içine adamın istediği kahve tohumlarını da yerleştirmiştir. Ama kahvenin Brezilya’da yaygınlaşması ancak 1800’lu yılların başında olmuş.

Kahve yasaklanmıştı!

Mekke’den Kahire’ye yayılan kahve bol bol içiliyordu. 1532 yılında bu şehrin ünlü din bilgini Ahmet Sunbati kahvenin haram olduğuna dair fetva verdi.

Öğrencilerini tahrik eden bu fetva üzerine, kahvehaneler basıldı, kahve içenlere karşı bir kızgınlık başgöstermişti. Karşı görüşte olan din adamları, kahve içenlere karşı takınılan tavrı kınadılar. Kahve yüzünden din bilginlerinin arası gerginleşti. Sonunda,, Kadı Mahmut İlyas Hanefi birçok alimlerin bu konudaki görüşlerini aldı. Bunları özleştirerek, kahveyi mübah ilan ederek, içilebileceğini bildirdi.

Memluk Sultanı Kansu Gavri tarafından, 1511 yılında Mekke inzibat amirliğine tayin edilen Hair Bey, fıkıh alimlerini bir araya toplayarak kahvenin haram olduğuna dair fetva aldırmıştı. Ancak, Mekke Müftüsü buna katılmamak cesaretini gösterdi. Hair Bey ise, fetvaya dayanarak kahvenin içilmesini ve satılmasını yasak etmiş, satıcıları cezalara çarptırmıştı.

Fakat, Sultan Kansu Gavri’nin çıkardığı bir emirnamede, kahvenin mutlak olarak haram sayılmaması tiryakilerin gönlünü rahatlattı.

Kahve Papa tarafından da kendi din görüşlerine aykırı bulunmuştu. Ayrıca Marsilya’ya 17. asır ortalarında giren kahve, evvela Ait Fakiltei’nin doktorları tarafından sağlık yönünden yasaklanarak kahveye karşı çıktılar.

İlk zamanlarda İngiltere’de kral da kahveleri kapattı. Prusya Kralı Büyük Frederik, 1732 yılında ülkesinde kahveyi yasakladı.

Kahve, ilk defa Osmanlılarda Kanuni Sultan Süleyman devrinde yasaklandı. İkinci kez yasaklanışı, Sultan Murat III devrine rastlar. Bu yasak da uzun sürmedi. Karşı koyan din bilginleri ile kalem sahiplerinin ricası üzerine padişah 1587 yılında kahve yasağını kaldırdı. Galatalı Meşhure adlı eserin yazarı Halid Efendi’ye göre, kahve yasağının kaldırılmasına Şeyhülislam Bostanzade fetva verdi.

Kahve, Sultan Ahmet I zamanında (1606-1611) yılları arasında üçüncü defa yasaklandı. Kahvenin son defa yasaklanması ise Sultan IV Murat zamanında olmuştur. 1633 yılında kahveyle birlikte tütün de yasaklandı. Gerekçe olarak İstanbul’daki büyük yangınlara kahvehanelerin sebep olması gösterildi. Avcı Sultan Mehmet IV kahvenin serbesliğini sağladı.

Kahve’nin yasaklanmasında yukarıda değindiğimiz değişik sebepler rol oynamıştır. Ancak kahvelerin kapatılmasında tembelliği arttırması ve camilere devamı azaltmasının asıl sebepler olduğu görüşü dile getirilmiştir .

Nasıl pişirilmeli?

Türk kahvesinin çekirdek durumundan pişirilme ve sunulma aşamasına kadar kullanılan araç ve gereçleri gerçek bir müze oluşturacak zenginliktedir. Bakır ve pirinçten yapılan su ibriği, cezve fincan zarfları ve pişmiş kahveyi taşımak için kullanılan kahve askılarının karakteristik özellikleri vardı. Bunlar bazen gümüş ve altından da olabiliyordu. Fincanlar tamamen Türk zevkine uygun biçim ve motiflerle gerek ülke içindeki İznik ve Kütahya atölyelerinde gerekse Avrupa’nın ünlü porselen merkezlerinde imal ediliyordu.

Daha sonra bu takımlar Avrupa ülkeleri tarafından kendi piyasaları için de imal edilmiş ve “ala turque” diye isimlendirilmiştir. Soğutma kabı, muhafaza kutusu gibi bazı araç ve gereçler ise ağaçtan yapılmakta ve oymalarla dekore edilmekteydi. Bursa ve İstanbul’da yapılan nakışlı, yazılı ve ahşap aplikasyonlu kahve değirmenleri de ünlüdür. Eskiden her özel Türk kahvesinin adı, kullanılan kahve ve şeker miktarına ve bu kahvenin pişirilmesi için gerekli zamanla kullanılan yönteme göre belirlenirdi. Erbabı, kahve hazırlanırken soğuk su kullanılması gerektiğini öncelikle vurguluyor. Tiryakiye yakışır bir kahve ağır ateşte 15-20 dakika pişirilmeli, cezve sık sık ateşe sürülüp geri çekilmelidir. Her fincan kahve için bir kaşık kahve ve bir kaşık şeker günümüzde kural haline gelmiştir. Nasıl pişirilirse pişirilsin köpüksüz bir Türk kahvesi düşünülemez. Eski Türk kahvesi ise genellikle şekersiz olurdu. Bunun yerine kahve öncesinde veya sonrasında tatlı bir şey yemek veya içmek geleneği vardı. Tatlı olarak şerbet gibi içecekler alındığı gibi reçel, şekerleme veya lokum da yenirdi. Osmanlı İmparatorluğu’nun etkisindeki Yunanistan, Makedonya, Yugoslavya gibi yerlerde ve Türkiye’de kadınlar tarafından Türk kahvesi genellikle şekerli olarak alınırdı. Bu bakımdan sade, yandan çarklı, orta vb. gibi isimlerle kırkı aşkın kahve pişirme şekli bulunmaktadır. Şayet kahvenin değişik ve güzel bir koku taşıması isteniyorsa fincanların dibine yerleştirilen bir mahfaza içine kokulu maddeden bir parça konulurdu. En çok yasemin, amber, karanfil ve kakula kullanılırdı. Kahvenin yanında gelen suyun içimiyle ilgili rivayet de yaygın bilgiden biraz farklı. Günümüzde genellikle kahvenin ardından içilen su, bazı ‘otoritelere’ göre kahveden hemen önce içilmeli. Nedeni ise, damağı önceden kalmış muhtemel farklı lezzetlerden arındırmak. Ya da başka bir ifadeyle, kahvenin lezzetine nüfuz etmek için damakta ‘beyaz bir sayfa’ açmak!

Kahve’nin sunumu

Türk kahvesinin sunuluşu gerçek bir geleneksel tören havasında olurdu. Bu tören çekirdek kahvenin kavrulmasından, pişirilip fincanlara konulması ve konuklara ikramına kadar uzun, seyirlik safhaları kapsamaktadır. Gerçek Türk misafirperverliği ve konuğa olan sıcak saygının bir örneğini bu törenlerde izlemek olanağı vardır. Günümüzde kız istemeye gidildiğinde kahvenin istenen kız tarafından pişirilerek el becerisinin göstergesi olarak kabul edilir ayrıca yine kahveyi kızın taşıması ve onun taşımadaki ustalığı, pişirdiği kahvenin lezzeti bu törenlerden kalan önemli bir gelenek olarak hâlâ sürdürülmektedir. Geçmişte Türkiye’yi ziyaret eden gezginler, diplomatik kişiliği olan büyük elçiler ve aileleri hatıralarında Türk kahvesinin bütün özelliklerinden ve bu törenlerden mutlaka söz etmişlerdir. Türk kahvesinin içiminden sonraki başka bir geleneğin, özellikle kadınlar arasında sürdürüldüğünü genellikle herkes bilir. Bu kahve falıdır. Kahve telvesinin fincan içinde ve fala bakmak üzere fincan çevrildiği için tabağında oluşturduğu çeşitli izler ve işaretler “uzmanları” tarafından yorumlanarak anlatılır. Araştırmalardan anlaşıldığına göre kahve falı yalnız Türk-Osmanlı dünyasında görülmektedir. Nitekim bugün bağımsız ülkeler olan eski Osmanlı eyaletlerinde de (Yunanistan, Bulgaristan, Mısır, Makedonya, Bosna – Hersek vb.) bu folklorik uygulamanın sürdüğünü görüyoruz..

Kahvehaneler

Bugün Tahtakale adıyla bilinen Taht-ul kale’de açılan ilk kahvehane yalnız halkın değil müderris ve kadı gibi okumuş kesimin de ilgisini çekmiştir. Bazı yasaklamalara ve kahvehaneler aleyhinde yapılan girişimlere rağmen kahvenin sevilip yaygınlaşması önlenememiş ve Sultan III. Murat (1546-1595) zamanında İstanbul’da kahvehane sayısı 600’ü geçmişti.

Kahvehaneler, manzaralı yerlere, köşk şeklinde inşa edilir, çoğu kez verandaları olurdu. İçlerinde yaşmaklı bir kahve ocağı, çepeçevre kerevetler ve bazen orta yerde bir havuz yer alırdı. Buralarda kahveden başka nargile ve çubuk servisi de yapılırdı. Özellikle eski kahvehaneler edebiyat, müzik gibi farklı meslek ve eğitimli insanların sayesinde yaptıkları faaliyetlerle kulüp niteliğinde merkezler haline gelmişler, insanlara faydalı olmuşlardır. Bu yönleriyle Fransız kahvelerinin atası sayılırlar.

Kahve Nedir?

Kahve bitkisi, kökboyasıgiller (rubiaceae) familyasında yer alan bir tür ağaçtır (coffeacinsi). Kahve ise, kahve çekirdeklerinin kavrulup, öğütülmesiyle elde edilen içeceklere verilen genel bir addır. Dünya genelinde o denli yoğun bir şekilde tüketilir ki, pek çok kaynağa göre sudan sonra yeryüzünde en çok içilen sıvıdır. Lezzetinin yanı sıra içerdiği kafein nedeniyle de tüketilen kahve, yaklaşık bin yıldır insanoğlu tarafından tarımı yapılan bir bitkidir.

Bu Site Batu Medya Tarafından Hazırlanmıştır. Tüm Hakları Saklıdır. İzinsiz Kullananlar Hakkında Yasal İşlem Başlatılacaktır.